29 Ocak 2014 Çarşamba

Daha önce neredeydim?


34. yaşıma girdiğim şu günlerde 30 yaşına yeni giren arkadaşım Süreyya'ya verdiğim söz üzerine üç onluk olmanın hissettirdiklerini yazmaya karar verdim kendimce.

30 yaşıma girdiğimden beri gelecek planları yapmaktan vazgeçtim çünkü şunu anladım ne planlarsam planlayayım hayat her zaman bildiği gibi gelir. Sanırım içgüdüsel olarak “şimdiye kadar kendim için ne yaptım” diye sormaya başladım ve ne yaptıysam kendim için yaptım bundan sonra da bu değişmeyecek gibi görünüyor. 
Yeni yaşlar ve değişen hormon dengeleri ne getirir göreceğim sonuçta ben bu kararı aldım ama hayat bildiği gibi gelecek gene. 
Şu da bir gerçek ki kendi benliğimin farkına vardım ve bence kadınlar 30 yaşından sonra kendi benliğinin farkına varıyor zaten. 
Artık hatalarım için kendimi suçlamıyorum ne de olsa o hatalar her ne kadar benim canımı yaktıysa da her zaman bana bir şeyler öğretti o yüzden hatalarımı da sevmeyi öğrendim ve pişman olmamayı da. 
Başkalarının istediği gibi olmak zorunda olmadığımı, başkalarının mutluluğu için değil kendi mutluluğum için yaşamayı öğrendim. Başkalarının değil kendi doğrularımın ne olduğu beni ilgilendirmeye başladı. Yani kendimi tanımaya başladım. Başkalarının onayını aldığım için değil kendim olduğum, kendimi onayladığım için kendimi değerli hissetmeye başladım. 
Hayata ve insanlara tahammülümün azaldığını görürken kimseyi ve hiçbir şeyi önemsememem gerektiğini anladım.
Yaşamaktan ve yaşlanmaktan korkmanın saçma ve gereksiz bir kuruntu olduğunu gördüm. Hayatımın en olgun, bilinçli ve kendimle barışık zamanlarının başlangıcı olduğunu hissediyorum. Hayatın benden aldıklarına üzülmek yerine bana ne kattığını düşünmeye başladım.

Yaşlanıyorum diye üzülmek yerine neler hayal ettim, ne kadarını gerçekleştirdim, bundan sonra neler yapabilirim, nelerden vazgeçmeliyim diye düşünmeye başlama zamanıdır 30’lu yaşlar. Geçmişle hesaplaşma zamanıdır. İyiyi, kötüyü, hataları geride bırakıp aldığın derslerle yola çıkma zamanıdır. Hayatla ilgili sorular sormayı bırakıp cevaplamaya başlamanın zamanıdır bu yaşlar. Kendinizi daha güçlü hissedersiniz ve her şeyin altından kalkabilirim düşüncesinin iyice güçlenmeye başladığı bir dönüm noktasıdır. 
Boş vermeyi ve her şeyi, herkesi olduğu gibi kabul edip daha az sinirlenip kendinizi yıpratmamayı öğrenme zamanıdır.
Bu yaşlarda bekarsan ya da boşanmışsan (tabi çocuksuzsan) evlilik ve yalnızlık arasında araftasındır. Yalnızlığın keyfine alışmışken bir yandan hormonların alarm vermeye başlamasıyla annelik hissinden dolayı bir yandan çevrenin evde kaldın söylemleri nedeniyle evliliğe göz kırparsın.
Bence kadınlığı hissetmenin hatta kadın olmanın zirvesidir, güzelliktir, karakteri oturmuş olgun ama hala genç, hayattan ne istediğini bilen, ne yapması gerektiğini bilen bir kadınsınızdır artık. Bir erkek ne ilkinizdir ne de sonunuzdur aynı şekilde bir erkeğin ilki değilsinizdir ama sonu olabilirsiniz. Her türlü heyecana doymuş, yere sağlam basan, bilinçli bir ilişki yaşarsınız.
İnsanları daha iyi tanımaya başlarsınız. Daha güçlü ve daha özgüvenli olursunuz. Daha az hata yaparsınız, yaptığınız hatalar da sizi daha güçlü kılar. İnsan ilişkilerinizde daha net olursunuz. Ayak oyunlarıyla uğraşmazsınız. Daha içten kahkahalar atarsınız, hayatı doyasıya yaşarsınız. Bence kadınların kendini gerçekleştirdiği yaşlardır 30’lu yaşlar.



20 Ocak 2014 Pazartesi

A be kaynana!


Yaşlı kadın ölür ve cenazesinde gelinleri ağlamaktadır.
Büyük gelin: “En uzağa gömün, en uzağa gömün!”
Ortanca gelin: “En derine gömün, en derine gömün!”
Küçük gelin: “O yine gelir, o yine gelir!”

İnsanlık var olduğundan beri kaynana-gelin çatışması süregelmektedir. Diğer ülkelerde bu çekişme ne boyuttadır bilemem ama bizim ülkemizde harp çıkar bu mevzuda. Kaynananın iyisi kötüsü olmaz. Kaynana her zaman kötüdür. E ne demişler, “kaynananın iyisi altı ay yaşar” :) Bu çekişme bir kısır döngü şeklindedir. Kaynana kendi kaynanasından çektiklerini gelinine uygular, gelin de kendisi kaynana olunca çektiklerini çektirir ve film böyle devam eder. Farklısını görmediği için yapamaz çünkü empati duygusundan yoksundur. Ha bir de nedense kadınlar erkek çocuklarıyla göbek bağlarını bir türlü koparamazlar. Bu da her daim oğullarının hayatında söz sahibi olma hakkını verir onlara. Bence bu göbek bağını koparamamam nedeni bizim ataerkil kültürümüzden gelmektedir. Toplumumuzda erkek her zaman değerlidir. Erkek çocuk doğurursan kıymetlisindir. Erkek çocuk kadının yerini sağlamlaştırır. Yüzyıllardır gelen bu soy yürütme psikolojisi de genlere işlemiş artık. Oğlumuz, kıymetlimiz, efendimiz, göbek bağını koparamadığımız kuzumuz artık başka kadını seçmiştir. Freud’u bir kere daha rahmetle anıyorum efendim.
Kendi çektiklerini hiç çekinmeden vicdan rahatlığıyla gelinine uygulayan ve bundan hiç rahatsızlık duymayan bir organizmadır kaynanalar. Kadına en büyük kötülük gene kadınlardan gelir derler ya en büyük kanıtı da kaynanadır işte. Gelininin mutsuzluğundan ciddi ciddi keyif alır bu organizmalar. Klasmanları farklı olmasına rağmen arsız bir rekabete girerler. Aynı erkeğin gözünde önemli olma isteği kayınvalideler ve gelinler arasında bitmez tükenmez çekişmeler yaşanmasına yol açar. Kıskançlık ve çekememezlik zaman zaman hat safhalara çıkar ve iki kadının birbirlerini üzmek adına inanılmaz kötülükler yaptıklarını görürüz. Gelin hiçbir zaman memnun edemez kaynanayı. Onlar da gelinleri memnun edemez, zaten öyle de bir niyetleri de yoktur.
İradeleri dışında dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızın sahibiymişiz gibi davranmayı bıraksak aslında tüm sorun çözülecek ama nerdeeee!! Kadınlar çocuk doğurup o çocuğu hayatlarının merkezi yapıp kendi hayatlarından vazgeçmeyi bir yaşam tarzı haline getirdiklerinden ileride çocuklarından kendilerine sonsuz bir bağlılık ve itaat beklemekteler ve bu da kısır döngüyü tetiklemekte ve iktidar savaşlarını sürdürmektedir. Evet geçimsizliğin temeli iktidar kavgasıdır aslında. Kadın evlenir ve artık kendi cumhuriyetini kurmuştur dilediği gibi at koşturmak ister topraklarında. Artık kocası vardır onunla gezip tozmak, eğlenmek ister, evini keyfine göre dizmek ister, canının istediği gibi ev işi ve yemek yapmak ister ama ezeli bir rakibi vardır karşısında ne yazık ki! Kaynana. Valide sultan ise prensinin onun alıştırdığı gibi yaşamını sürdürmesini ister. Ondan başka kadınla mutlu olmasını istemez. Oğulcuğunun hayatındaki "tek vazgeçilmez kadın" olarak hayatını devam ettirmek ister. Tüm hayatını oğulcuğuna adamıştır. Ona sevgisini sonsuz sunmuştur. Kocasından görmediği sevgiyi ilgiyi oğlundan beklemiştir o ana kadar ve bunu kaybetmek istemez.
Sözde oğulcuğunun mutluluğunu istemektedir ama öyle bir egosu vardır ki onun hayatına kattığı huzursuzluğun farkında bile değildir, farkına varsa bile görmezden gelip mutsuzluk vermeye devam edecektir. E ne de olsa oğlunu “el kızı”ndan daha iyi tanımaktadır. Oysa insani bir yaklaşımla elini vicdanına koysa, iyi niyetli olsa efendi olsa büyüklük yapsa her şey daha güzel olacak. Anladım “el kızı”nı sevmiyorsun, zaten ilk gördüğün andan beri ısınamadın ona. Hayattan bezdirmeye uğraşıyorsun da “el kızı” mutsuzsa oğlun da mutsuz gör be kadın! Biricik oğlun yuvasını kurmuş, bir rahat bırak. Çekil köşene seyret onları. İlla her konuda fikir beyan etmek zorunda değilsin. İhtiyaç duyduklarında zaten sana soracaklardır. Hangi koltukta oturacaklarına, halılarına, örtülerine, tenceresine tavasına, bulaşık yıkamasına, çamaşırına karışma nooolur. Benim sözüm geçecek ben anneyim egosunu bırak artık. O evin kadını sen değilsin. Valide sultan olabilirsin ama git kendi sarayına. Sen geçmişte kaynananın önünde hizmet ettin diye gelin de sana gönüllü köle olmak zorunda değil. Zaten zamane kadınları olarak bir adam alalım da evde ona bakalım bonus olarak da anasına danasına hizmet edelim diye evlenmiyoruz. Hayatı paylaşmak, mutlu olmak için evleniyoruz. Kapat eski defterleri artık. Biricik oğlun bu dünyaya anasının ve karısının dırdırını çekmeye mi geldi bu dünyaya. Aile olduğunuzu unutmayın. Çekirdek aileye dokunmayın. Bırakın şu iktidar savaşını. Gelinin her hareketine bir kulp takarak, özene bezene yaptığı yemekleri beğenmeyerek hiçbir yere varamazsın sadece gıcıklık kat sayını yükseltirsin, saygı kazanmak yerine nefret kazanırsın. Yersiz kıskançlık krizlerine girmeyin artık. Biriniz annesiniz biriniz eş.
Kaynanayla baş edemiyorsanız aslında sorunun kaynağı eşinizdir aradaki dengeyi kuramadığı için. Benim önerim ise böyle bir durumda boşanmaktır. Tek hamlede hem huysuz bir kaynanadan hem de basiretsiz bir kocadan kurtulmuş olursunuz.  Yoksa sizi ruh hastası ederler. Kaynana organizması içişlerinize yerli yersiz karışıyorsa, huzurunu mutluluğunu kaçırıyorsa ve kocanda da buna engel olacak yürek/göt yoksa ikisini de def et hayatından yoksa kendine yazık edersin.






14 Ocak 2014 Salı

İlk günah


Tanrı topraktan ilk insanı Adem’i yarattı. Ona kendi nefesinden can verdi. İçinden ırmaklar akan, türlü çeşitli meyvelerle dolu cennet bahçesini verdi. İlahi görevini emretti. Bir de yalnız kalmasın diye ona kaburga kemiğinden yarattığı bir eş verdi. Adı Havva oldu. Adem ve Havva cennet bahçesindeki her ağacın meyvesini yiyebilirdi;  iyilik ve kötülüğü ayıran ağacın meyvesi dışında. Mutlu mesut yaşıyorlardı cennet bahçesinde Adem ile Havva ta ki yaratılmışların en aldatıcısı olan şeytan Havva ile tanışana kadar. Havva cennette tanıştı ilk günahla ve Adem’i de bulaştırdı günahına. Birlikte yediler yasak ağacın meyvesinden ve işte bir yasakla, küçük bir meyveyle başladı insanlığın hikayesi. İlk günahı takip etti yeni günahlar insanlık tarihi boyunca artarak.

Yahudilerin inancına göre ise cennette iki ağaç vardı. Biri hayat ağacı diğeri de iyilik ve kötülük bilgisinin bulunduğu ağaçtır. Yılan cennete girerek Havva'yı kandırır ve Havva da Adem’i kandırır. Bunun sonucunda Adem ile Havva cennetten yeryüzüne indirilir, yılanın da ayakları ile dili alınarak sürüngen olarak yaşamakla cezalandırılır.

Hristiyanlarda ise yasak meyve cinselliktir. Şeytan Havva’yı kandırmış, Havva'da Adem’i kandırarak birlikte olmuşlardır. Adem Havva yüzünden şeytana yenilmiştir. Bu sebeple de cinsellik kötü ve çirkin görülmüştür. Onlara göre doğan her çocuk cinselliğin sonucu yani bir günahın sonucu olduğu için daha doğarken günahkar olarak doğar. Bu sebeple doğan her çocuğu papaz vaftiz ederek bu günahından temizler.

Kutsal dinlerde ve mitolojide adı en çok gecen en önemli meyve elmadır. Acaba şeytan neden elmayı tercih etti kafamı kurcaladı. Hem madem elma yasak meyve o zaman neden kutsal kitaplarda yenmesi yasaklanmadı? Gördüm ki elma sadece bir sembol. Sanırım dünyanın her yerinde kolay bulunabilir ve ucuz olması da bu sembolün seçilmesinde bir etken :) e ne de olsa inançları dünyanın her yerine yaymak lazım.
Elma Adem ve Havva'nin cennetten kovulmasına sebep olarak bilinse de, aslında temsil ettiği şey bilgidir. İnsanın evrenin bilgisine sahip tek varlık olan Tanrının onayı olmadan bilgiye ulaşması, büyük itaatsizlik olarak değerlendirilip, cennetten kovulmasına sebep olur. Mitolojideki Prometheus’un atesi Tanrılardan çalması da aynı hikayedir aslında. Ayrıca en eski Tanrıça sembolleri arasında da yerini almıştır elma. Yatay olarak ortadan ikiye kestiğinizde pentagram şeklini görürsünüz bu yüzden cadılık ve eski doğa tabanlı pagan geleneğinde önemli bir yere sahiptir.

Bize yıllarca Adem ile Havva’nın elmayı yedikten sonra cennetten kovularak cezalandırıldığı anlatıldı ama aslında bu hikayenin detayları da varmış. Adem ile Havva dışında şeytan, tavus kuşu ve yılan da cezadan nasibini almış. Tavus kuşu o zamanlar cennet kapısında bekçilik yaparmış. Sesi de tüyleri kadar güzelmiş. Saatlerce onu dinlermiş melekler ve diğer varlıklar. Bu ilk günahı engelleyemediği için Tanrı ceza olarak güzel sesini alıp yerine şu anki korkunç sesi vermiş. Tüylerinin büyülü güzelliğine kapılıp da ona yaklaşan herkes sesini duyunca onsan kaçar olmuş.  Yılan meyvenin olduğu ağacı korumakla görevliymiş. Ama o zaman ağacı koruyamadığı için cezalandırılmış. O zamanlar direk gibi uzun olan yılan sürünmeyle cezalandırılmış ve o da dünyaya insanların arasına atılmış. İnsanın onu ezme ihtimaline karşı da onu sokmaya hazır bekliyormuş. Adem ile Havva’nın cezası ise sadece cennetten kovulmak olmamış. Adem artık yaşamını sürdürmek için çalışmak zorunda kalmış. Cennetteki ekmek elden su gölden saltanatı sona ermiş. Havva’ya ise ceza olarak “erkekle arana iktidar girecek ve çocuğunu acılar içinde doğuracaksın” denmiş. Erkeklere verilen ceza neyse de kadınlarınki çok sert ve acımasız olmuş. Zaten biraz incelersek dinlerin hepsinin erkek egemen olduğunu da görürüz. Kadınlar erkeklerin iktidarına maruz kalır ve yasakların büyük çoğunluğu kadınlar içindir nasıl oluyorsa.


Her zaman olduğu gibi bugünkü yazıda da mitolojik hikayemi paylaşacağım. Ne yapayım çok seviyorum mitolojiyi. Hem ne kadar rahatlar her işten sorumlu ayrı bir tanrı var. Neyse hikayemize dönelim. Olympos’taki Peleus’la Thetis’in düğünlerine fesatlık tanrıçası Eris davet edilmemiştir. Fesatlık tanrıçası boş durur mu, davetsiz bir şekilde düğüne gelip masanın ortasına altın bir elma koyuvermiş. Elmanın üzerinde “en güzele” yazıyormuş. Bütün kadınlar elma benim, bana yakışır diyerek elmayı sahiplenmeye kalkışmışlar, bunun üzerine en güzeli Tanrılar Tanrısı Zeus seçsin denmiş, ama Zeus elmayı karısı Tanrıça Hera’ya verse diğer Tanrıçalar kıyameti koparacaklar, başka Tanrıçalara verse bu sefer de karısı ortalığı kaldıracak, Zeus bu işi başından savmak için Kaz Dağlarının yakışıklı çobanı Paris’i elmayı en güzele vermesi için görevlendirmiş. Bu karmaşadan sonra ortada en güzelim diye üç Tanrıça kalmış. Zeus’un karısı Hera, Akıl Tanrıçası Atena, Güzellik ve Sevgi Tanrıçası Venüs. Bu üç Tanrıça, yakışıklı çobanın karşısına çıkmışlar. Çobanın elinde “en güzele” diye yazan altın elma, karşısında yürekleri heyecandan çarpan üç Tanrıça… Tanrıçalar başlamışlar akıllarına gelen vaatlerle çobanı etki altına almaya. Atena; ün, şan vaat etmiş, Hera; zenginlik ve kuvvet. Venüs ise, dünyanın en güzel kızını vaat etmiş. Atena ve Hera en güzel elbiselerini giyip, en süslü mücevherlerini takmışlar, oysa güzellik örtü istemez, güzellik onun örtüsü diyen Venüs bunların hiçbirini yapmamış. Paris’in altın elmayı tutan eli kımıldamış… Herkes heyecan içinde ve el geniş bir kavis çizerek Venüs’e doğru uzanmış. Paris üzerinde “en güzele” yazan altın elmayı Venüs’e vermiştir… Ve bu da sanırım ilk güzellik yarışmasıydı.

Akşam akşam yediğim bir elma bunları getirdi aklıma :)

11 Ocak 2014 Cumartesi

Evlilik değil evcilik!


Rivayete göre Kevn’de, ruhlar aleminde, insanlara ruh verilip kanatlanıp salıverildiklerinde dişi ve erkek ruhlar hep beraber yol alırken hangi dişi ruhun kanadı erkek ruhun kanadına çarpmışsa dünyada onlar eş olmuşlardır. Kimi birden fazla kanada çarpan ruh birden fazla halvet ederken kendi halinde yoluna devam edip kimseye değmeden yeryüzüne konan ruhlar ise halveti hiç bilmemişler.

Hayatının büyük bir kısmını yalnız yaşamış birisi için oldukça sancılı bir süreç evlilik. Her zaman kendi başına karar vermeye alışmış bir insan için bir elmanın yarısını oluşturmayı beklenmesi o kadar zor ki. Hayatın baştan aşağı farklılaşmasından söz ediyorum. Size ait olan saltanatınızın yıkılmasından söz ediyorum. O ev size aitken yaşam alanınıza birini daha alıyorsunuz. Evin düzenini ona göre ayarlıyorsunuz. Kişisel alanınız yok oluyor. Eve giriş çıkış saatiniz, gezmeleriniz, paranızı istediğiniz şeye harcama lüksünüz elinizden uçup gidiyor. Evinizin kadını ya da evinizin erkeği olarak bu saltanat günleri sadece anılarda kalıyor. Yeni bir hayata başlıyorsunuz ve normalde yapmayacağınız şeyleri yapmaya başlıyor hayatınıza almayacağınız türden insanlarla muhatap oluyorsunuz. Onun anne babasına anne-baba diyorsunuz. Ailesine ve akrabalarına istemeseniz de katlanıyor sürekli güler yüzlü davranıyorsunuz bir nevi evcilik oynuyorsunuz.

Bir de evlilikte eşlerin değişme durumu söz konusu. Ne kadın ne de erkek çok değişir evlilik sürecinde. Flört ya da nişanlılık dönemindeki kadın/erkek değildir iki tarafta. Artık ilgi azalmıştır. Prenses de prens de yok olmuştur. Çünkü ilişkilerin başlarında olan sürekli ilgi, birlikte olma isteği, temas etme duygusu hormonaldir.  Beraberlikler uzadıkça zaman aşımına uğradıkça hormon salgıları azalır ve zamanla da biter. Yoksa siz niye ilk zamanlar mart kedisi gibi sevişen çiftlerin zamanla daha az seviştiğini zannediyorsunuz. Evli insanlar neden zamanla başkalarına ilgi duymaya başlıyor, neden eşlerini aldatıyor sanıyorsunuz? Tamamen hormonal. Büyük bir aşkla kurulan yuvaların dağılmasının sebebi budur. Uzun yıllar süren evlilikler ise alışkanlıkların sürdürülmesi, düzenin bozulmaması adına yürütülen bir ilişki sarmalıdır. Çocukları büyütme temeline oturtulmuş bir düzenden başka bir şey değil. Evlilik birbirini tutkuyla seven delicesine aşık iki insanın sınırsız seks ve ömür boyu birliktelik üzerine oluşturulmuş bir kurum değildir. Evlilik sadece iki insanın cinsel ilişkisinin yasallaştırılması için oluşturulan bir kurum olsa günümüzde geçerliliğini yitirmiş olması gerekirdi. Oysa evlilik kurumu hala ayaktadır ve insanlar hala delicesine evlenmek için yanıp tutuşuyor. Aldatmalar da olsa, sıkıcı da olmaya başlasa, duygular da, tutkular da bitse evlilik ayakta kalmaya devam ediyor. Çiftler de bunun için gerekeni yapıyor. Yeniliklere açık bir tavır sergiliyor, taşıdığı anlamı kutsallaştırıyor çünkü evlilik sadece iki kişiyi ilgilendirmiyor. Çocukları ve anne-babaları da bağlıyor. Maddi- manevi çıkarlar bu kurumu ayakta tutmaya devam ediyor. Bu da ağır bir yük bindiriyor omuzlarınıza.

Kimseye evlenmeyin demiyorum. İsteyen evlensin hatta yürütemiyorsa mutsuzsa boşanıp bir daha evlensin. Vazgeçmesin. Mutluluğun evlilikle mümkün olduğuna inanıyorsa mutluluğu bulana kadar evlensin. Etrafındaki insanların ne dediğini takmasın. Ama lütfen etrafta evlilik çok güzel, kutsal felan diye bıdı bıdı yapmasın. Bir de sevmeden evlenmeyin. Nikahta keramete inanmayın. O eskidenmiş. Birbirini ilk defa evlendikleri gün gören insanlar içinmiş. Başka çaresi olmadığı için evlendikleri kişileri sevmişler. Bir de evlenme kararı alırken kimseye danışmayın evleneyim mi diye. Seçiminiz doğruysa sorun yok ama yanlış bir seçim olursa da kendim ettim kendim buldum der kimseye suç atmazsınız yoksa başkasının etkisiyle kararıyla yaptığınız evlilik sizi daha büyük pişmanlıklara sürüklemeyecektir.

Keşke insanlar iyi kalpli ve dürüst olsa. Keşke insanlar evliliği zorunluluk olarak görmese aşık olduğu insanla mutlu mesut yaşasa. Yalnız kalmaktan korktuğu için evlenmese, yalnız kalmaktan korktuğu için, çıkarları için sürdürmese beraberliğini. Ama dünya bu kadar iyi bir yer, insanlar da bu kadar iyi niyetli değil maalesef.

Biraz da gülmece :)

Alıntıdır:

Evlilik sakıza benzer. Çiğnemesini bilirsen iyi ve faydalı, çiğnemesini bilmezsen can sıkıcı ve sinir bozucudur. Neden başka bir şeye değil de sakıza benzer?
1. Çünkü sakız ne kadar faydalı ve eğlenceli olursa olsun gerekli değildir. Çiğnemesen de olur.
2. Sakız ilk zamanlar ağıza ferahlık verir hoş olur ama zamanla çürür ve tadı acılaşır.
3. Çürüyen sakız yapışkandır. Bulaştığı yerden temizlemek, ondan kurtulmak çok zor, bazen imkansızdır.
4. Sakızın ağızda bıraktığı tadı sadece çiğneyen bilir. Tatlı mı yoksa acı mı olduğunu başka kimse bilemez. Onlar sadece senin sakız çiğnediğini bilirler o kadar.
5. Sakız çene kemiklerini güçlendirir. Evlilik de öyle. Sürekli tartışma ve bağrışma zamanla çiftlerin güçlü birer çene kemiğine sahip olmasını sağlar.
6. Sakız çiğnerken başka bir şey yiyemezsin yoksa sakız bozulur.
7. Sakızın kağıdını açıp fıkra veya falı okuduğunuzda çok eğlenir gülersiniz. Ama bu çok kısa sürer. Evlilikteki balayına benzer.
8. Çam sakızı ya da hakiki damla sakızları vardır. Kolay kolay çürümezler çiğnendiği sürece zevk verirler. İşte bu da aşk evliliği denen olaydır.
9. Sakız; sigarayı bırakmak ve abur-cubur yememek için tercih edilir.


10 . Sakız çiğneme olayının gerçekleşmesi için ezmek ve çiğnemek gerekir. Evlilikte de kim dişliyse o ezer. Sakız tokluk hissi verir. Karnın aç olsa da kendini tok hissedersin.



8 Ocak 2014 Çarşamba

Evlendikten sonra hayat var mı?


“Eğer Tanrı evliliği onaylasaydı, Adem ile Havva’nın yanında bir de nikah memuru yaratırdı.”


Evlilik bir kurumdur ve bu kurumlarla ilgili saçma sapan hayallere kapılmamak gerekir çünkü evlilik toplumsal beklentiler ve baskılarla oluşturulan bir birimdir. Ülkemizde çocuk sahibi olmak ve toplumdan dışlanmamak için gerekli bir uygulamadır. Başta devlet olmak üzere tanıdığımız herkese yasal olarak sevişme iznimiz olduğunu ilan ediyoruz ve bundan sonra toplum tarafından yaratılıştan gelen cinselliğimiz kabul görülüyor.

Erkekler için evlilik temiz bir ev, yıkanmış, ütülenmiş kıyafetler, işten gelince hazır sıcak yemek ve bedava seks anlamına gelirken kadınlar içinse evde maddi güvence demektir. Çalışan kadınlar için de bu durum aynıdır. Evin giderlerini kocam karşılasın ben de rahatça ayakkabı, çanta ve kıyafet alayım, bakım yaptırayım demektir. Hele bir de çocuk olursa gelecek garantiye alınmış olur.

Geç yaşta alınan evlilik kararı ise daha çok yalnız kalma korkusu ile alınır.

Yoksa cidden ömrünüzün geri kalanını biriyle aynı çatı altında geçirebilecek kadar çok sevdiğinize inanıyor musunuz? Ya da gerçekten çok sevdiğiniz ya da aşık olduğunuz kişiyle aynı çatı altında yaşamınızı sürdürürken sevginizin, aşkınızın sürebileceğine ya da artacağına inanabiliyor musunuz? Hayatınıza alacağınız, hayatına gireceğiniz insana 20-30 yıl boyunca aşık kalabilme sözünü verebilme cesaretini bulabiliyor musunuz kendinizde? Yoksa hepsi bir masal mı? Yalan mı? Hem de kendinizi kandırdığınız bir masal… Sizce de bir ömür sürecek bir sevgi, aşk evlilik olmadan çok daha uzun sürmez mi? Çünkü maalesef ülkemizde evlilik sadece bir kadın ve erkeğin birlikteliği değil iki ailenin hatta sülalenin birlikteliği. Düşünsenize durup dururken hayatınıza bir sürü gereksiz akraba daha ekliyorsunuz sanki var olanlar yetmiyormuş gibi. Nazını cazını çekeceğiniz, kaprislerine katlanacağınız yeni insanlar sokuyorsunuz hayatınıza resmi olarak. Siz sevdiğinizle hayatınızı paylaşmayı hayal ederken, hayatınıza sürekli müdahale etme hakkını kendinde bulan bir güruhla karşı karşıya kalacaksınız.

Theodor W. Adorno şöyle tanımlıyor evliliği "insanca gerekçelerini yitirmiş olduğu bir çağda yine de yaşamaya devam eden evlilik kurumu, bugün genellikle bir sağ kalma hilesi olarak kullanılıyor: iki suç ortağı, aslında kokuşmuş bir bataklıkta birlikte yaşarken, birbirlerine yaptıkları kötülüğün sorumluluğunu da dışarıya yöneltiyorlar. Kirden uzak tek evlilik tarzı, iki eşin de bağımsız bir yaşam sürdürdüğü, cebri bir ekonomik çıkar ortaklığına katlanmak yerine birbirlerine karşı sorumluluklarını özgürce kabullendikleri bir evlilik olurdu. Bir çıkar ortaklığı olarak evlilik, ilgili tarafların alçalması anlamına gelir her zaman ve öyle hain bir dünyadır ki bu, farkında olanlar bile kaçınamaz böyle bir alçalıştan. Bu nedenle, ahlaksızlıktan uzak bir evliliğin ancak çıkarlarının peşinde koşmak zorunda olmayanlara, demek zenginlere özgü bir imkan olduğu da söylenebilir. Ne var ki sadece biçimsel, içi boş bir imkandır bu, çünkü çıkar peşinde koşmak tam da bu ayrıcalıklı kesimlerde bir ikinci doğa haline gelmiştir - mutluluk da dahil hiçbir ayrıcalığa tutunmaya çalışmazlardı eğer böyle olmasaydı."

Romantik okuru da Halil Cibran ile baş başa bırakayım “Siz birliktelik için doğmuşsunuz. Ölüm meleğinin beyaz kanatları sizi ayırana kadar ayrılmayacaksınız. Allah’ın sessiz tanıklığında bile beraber olacaksınız. Ama birlikteliğinizde mesafeler bırakın; bırakın ki, cennetin rüzgarları aranızda dans edebilsin. Birbirinizi sevin ama, aşk tutsaklığı istemeyin. Bırakın aşk, ruhunuzun kıyılarına vuran dalgalar gibi olsun. Birbirinizin bardağını doldurun ama aynı bardaktan içmeyin; ekmeğinizden verin birinize ama ayni somundan ısırmayın. Birlikte şarkı söyleyin; lakin birbirinizi yalnız bırakmayı da bilin. Sazın telleri de yalnızdır ve armoni içinde aynı melodiyi seslendirir. Birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak için değil! Sadece hayatın eli o kalbi saklar! Birlikte durun, ama yapışmayın, tapınakların sütunları da bitişik değildir! Ve unutmayın meşe ile çınar birbirlerinin gölgesinde büyümezler.”

Umutsuzlara ise mitolojik bir hikaye gelsin “İki eş ruhun bir araya gelmesidir evlilik. Zira ilk insanlar öz eş konumunda yaratılmışlardır; ta ki Prometheus kutsal ateşi çalıp ölümlülere indirinceye kadar. Bu olay karşısında Tanrılar Tanrısı Zeus sinirlenir. Ölümlüleri simgeleyen kutsal çanağı alıp ikiye ayırır ve her parçayı farklı bir yere fırlatır. İnsan soyunu lanetleyerek: ''Ölümlüler, hayatınız boyunca öz-eşinizi arayıp durun; bulduğunuzu sandığınız noktada içinizde kuşku tohumları ateşlensin; hayatınız asıl parçanızın yokluğuna olan ihtiyacınızın sancısıyla geçsin'' der.

Devam edecek...





4 Ocak 2014 Cumartesi

Beyler dikkat!

Bir Türk atasözü erkeklere der ki, “içmediğin rakının, tutmadığın takımın, sevmediğin kadının muhabbetini yapma!” Gerçi günümüzde beyler sadece futbol, araba ve online bilgisayar oyunlarından ya da teknolojik ürünlerden başka bir şey hakkında konuşamıyorlar. Ama haksızlık etmeyelim hepsi öyle değil şükür. Evet girişten anlaşılacağı üzere bugünkü mevzumuz erkekler ;) Beyler lütfen sinirlenmeden okuyun. Çevrenize bir göz atarsanız haklı yönlerimi görürsünüz.

Bir çok kız arkadaşıma erkekleri sorduğumda neredeyse hepsi erkeklerin “ter kokusu, ayak kokusu ve istenmeyen kıllardan” oluşan kombolarından rahatsız. Hayır merak ediyorum o sarı bakımsız dişlerinizle çok çekici güldüğünüzü ve aklımızı başımızdan aldığınızı mı düşünüyorsunuz. Ter ve ayak kokunuzla “başımızı döndürdüğünüz” gerçeğini göz ardı etmiyoruz tabi ki de!!!  
Giyim konusunda halini içler acısı zaten. Düşük bel pantolon giyinip boxer külotlarınızı gösterince seksapeliniz beşe katlanıyor sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Bundan daha iğrenci pipinizi belli edecek kadar dar kot giyinmeniz. Aman Allah’ım evlerden ırak! Birazcık kas yapınca giydiğiniz daracık tişörtlere ne demeli? Bir de baston yutmuş gibi yürüyorsunuz ya, inanın çok aptal görünüyorsunuz. Geyikli tayt giyen koca popolu kızlardan bir farkınız kalmıyor. Ha bir de unutmadan, göğüs dekoltesi kadınlara yakışır, v yaka tişört giyinip göğsünüzden fışkıran kılları mal beyanı gibi sunmanız size bir şey kazandırmaz, aksine iticiliğinize iticilik katar. O kılları jiletle tıraş ederek sanatsal bir çalışma yaptığını düşünen beyler sizin bu fantastik eserinizi yorumlayacak söz bulamıyorum zaten! Bir kutu jöleyi kafanıza bulayıp pırıl pırıl kalıp gibi saçlarla dolaşanlar bana kimi hatırlatıyor bilin bakalım :)  Saç konusuna girmişken eklemeden geçemeyeceğim lütfen boyatmayın saçlarınızı. Hafif kırlaşmış saçlar erkeğe cazibe katar (bkz. Pretty Woman, Richard Gere ekolü). Çok rica ediyorum bakamayacaksanız o saçları uzatmayın, hadi uzattınız diyelim yağlı saçlarla sokağa çıkmayın. Ellerinize biraz bakım yapmak çok zor değil. Sık sık yıkasanız, biraz nemlendirici sürseniz. E bir zahmet kesin şu tırnakları. Arasına kir dolunca kızlar elinizi tutmak için sıraya girmiyor. Uzattığınız o serçe parmağının da gitar çalmak için değil kulak pisliğinizi temizlemek için olduğunu da biliyoruz. Kulak çubuğu diye bir şey var bilginiz olsun. Temiz olmak o kadar zor değil hani. Günlük duş almak en fazla on dakikanızı alır. Bir de çoraplar günlük değiştirilmelidir. Akşam yatmadan önce çorabı çıkarıp koklayıp ona göre ertesi gün tekrar giyinmeyin. Size misk gelen koku bize çürümüş peynir gibi kokabilir. Bakımsız olmak bir marifet değildir lütfen! Kişisel hijyen önemlidir.  Tabi bokunu da çıkarmayın. Tırnağına parlatıcı süren, kaş aldıran erkek fazlaca efeminedir.

Biraz da hal ve tavırlarınıza bakalım. O bacaklarınızı ayırarak oturmanız yok mu? Özellikle de toplu taşımada rahat rahat evinizdeki koltukta oturur gibi yayılımcı tavır nedir arkadaş? Neyin travması bu? Çıkmayın insan içine yahu! Ulu orta yerde elinizi apış arasına atıp kaşınmayın. Mahremiyet diye bir şey var. Kapalı bir yer bulun. Mide bulandırmayın lütfen.

Çocukluğunuz boyunca anne babanız tarafından pohpohlanarak büyüdüğünüz için kendinizi bir şey sanmayın ve etrafınızdaki bütün kadınlardan da bunu beklemeyin. Dünyanın merkezi siz değilsiniz ve kimse sizi şımartmak zorunda değil. Canınız şımartılmak istiyorsa ananızın dizinin dibinden ayrılmayın ya da parayla birini tutun sizi pohpohlayıp dursun. Mevzu annelerinizden açılmışken eşinizi ya da sevgilinizi annenizle kıyaslayıp durmayın. Anne ve eş/sevgili arasındaki farkı kavrayın. Bizden sizi anneniz gibi sevmemizi beklemeyin. İşlevlerimiz farklı bir kere. Bir de ota boka annenizi koruma moduna girmeyin. Annesinin kuzusu tavrınızı da bırakın.

Kadınları evlenilecek kadın eğlenilecek kadın diye sınıflandırmayın. Duyguları, onuru, gururu, haysiyeti olan varlıklarız biz de ezmeyin. Türk tipi empati yapıyorum “sizin ananıza bacınıza böyle davransalar naparsın?”. Topluluk içinde eşinizi/sevgilinizi bozmayın, küçük düşürmeye çalışmayın. Varsa bir meseleniz bire bir konuşarak halledin. Her zaman her şeyi mükemmel yapamayabiliriz. İnsanız, hatalarımızla varız.

Etrafınızdaki kadınların hepsi sizinle evlenmek için deli divane olmuyor ya da size gülümseyen her kadın size iş atmıyor bunu da bir yere not ederseniz iyi olur. Kadınları sizin zevkinizi giderecek, hizmetinizi görecek, beyinsiz varlıklar olarak görmeyin.  İltifat ederek baştan çıkaracağınızı, kendinize aşık edebileceğinizi düşünmeyin. Bir kadını elde edene kadar bin bir türlü yalan söyleyip sonra başka kadınlara sarkmayın. Kadınlardan daha akıllı ya da daha güçlü değilsiniz. Küfretmenin kadınlara yakışmadığını düşünürken siz de ulu orta küfretmeyin. Küfretmek, dayılanmak erkeklik değildir.

Cebinde biraz parası olanlar da harcamalarınızdan bahsedip durmayın. Hava atıyor olmanız sizi itici yapıyor. Hayat bindiğiniz araba, giyindiğiniz marka, takıldığınız mekan değil. Biraz kitap okuyun, birkaç şiir ezberleyin. Gazeteleri spor sayfasından ibaret sanmayın.
Hep söylenir kadınlar kendilerini güldüren erkeklerden hoşlanır diye. Evet bu doğru ama mizahi yeteneğiniz yoksa esprili görüneceğim diye komik duruma düşmeyin çok rica ediyorum.
Eşinizin/sevgilinizin pms dönemlerini takip edin. Hormonlarımız bizi o dönem çekilmez hale getiriyor biliyorum ama o günler biraz huyumuza gitseniz, idare etseniz ölmezsiniz. Atlatacağımız bir dönem, birkaç güne kaos geçer.

Sırf pipiniz var diye dünyanın sahibi değilsiniz. Unutmayın siz de bir kadından var oldunuz. Empati lütfen.

2 Ocak 2014 Perşembe

Kadınca tavsiyeler-2

Dünkü konuya devam ediyorum yoğun talep üstüne. Tabi içinde arkadaşlarımdan gelen eklememi istedikleri tavsiyeler de var. Bazıları baylardan bazıları da bayanlardan gelen tavsiyeler.

  • Kısa boynunuza aldırmadan kocaman halka küpeler takmayın, valiz gibi çantalar taşımayın.
  • Kısa boy ve uzun saç kombinasyonu berbat bir fikir.
  • Kısa boyunuza ve bıngıl bıngıl vücudunuza aldırmadan tulum giyinmeyin, komik görünüyorsunuz.
  • Giyinirken tek dekolte kuralını bozmayın. Aynı anda hem memelerinizi hem bacaklarınızı hem sırtınızı açmayın.  Bir yerlerinizi açmak sizi daha güzel ya da daha seksi değil basit gösterir.
  • Spor kıyafet tamam da o kıyafete maşalı saç ne ayak?
  • Israr etmeyin esmer tene sarı ve kızıl saç olmaz!!!
  • Sarı saç kara kaş çok uyumsuz kabul edin artık.
  • Özellikle büyük ayaklı hemcinslerim babet giyinmeyin, ördek gibi paytak bir görüntü veriyorsunuz.
  • Sadece dış görünüşünüzü güzelleştirmek için yorulmayın. Kitap okuyun kafanız da güzel olsun.
  • Çocuk da yaparım kariyer de gibi reklam hayatlara inanmayın kanmayın. Hiçbir kadın mesleğinde zirveye çıkarken aynı anda iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir evlat, iyi bir arkadaş, vs. olamaz. İlla bir yerde fire veriyordur, sadece çok iyi rol yapıyordur. Zaten her zaman çok iyi, en iyi olmak zorunda değilsin. İnsansın hatalarınla varsın.
  • Eşinize/sevgilinize ailenizi kötülemeyin. Onun ailesini sevmeyebilirsiniz ama saygı duyun.
  • Çalışan bayanlar olarak maaşınızın hepsini kocanıza teslim etmeyin. Ortak giderler için yeteri kadarını verin o kadar. Her zaman için bir kenarda paranız olsun.
  • Sevgilinizin/eşinizin statüsüyle toplumda yer edinmeye çalışmayın, kendiniz var olun.
  • Sevgili/koca sahibi olmak omzunuza konmuş bir apolet değildir. Hele bir de çocuğunuz varsa küçük dağları ben yarattım havasına girmeyin. Çok çirkin ve kişiliksiz görünüyorsunuz o zaman.
  • Sevgili/koca sahibi olanlar lütfen bekar ve yalnız kız arkadaşlarınızı çiftleştirmeye uğraşmayın onlardan bir talep gelmedikçe. Herkesin tercihine saygı duyun.
  • Mutsuz olduğun ortamda durma. Seni mutsuz eden birlikteliği sürdürme. Sevgi emektir lafı bir film repliğidir sadece. Ömrünün geçip gitmesine izin verme. Başkası için hayatı ıskalama. Sen bir tanesin. Sana bir şey olmasın.
  • Yemek yaparken saçlarınızı toplayın hatta bir yazma bağlayın. Kıllarınızı sos olarak tatmak zorunda değiliz. Uzun tırnaklarla yemek yapmayın, ya da en iyisi o tırnakları uzatmayın.
  • Maddi manevi kimseye yük olmayın. Bağlanın ama bağımlı olmayın. Cesur ve üretken olun.
  • Olmak istediğiniz gibi olun, size dayatılan gibi değil.
  • Her şeyi birileriyle yapmak zorunda değilsiniz. Tek başınıza da yapabileceğiniz bir şeyler bulun sonra yalnız kalınca armut gibi kalmayın ortalıkta bunalıma girersiniz.
  • Arkadaşlık ilişkilerinizde samimi olun. Sırf arkadaşsınız, dostsunuz diye her yaptığını onaylamayın, her yaptığınızı onaylamasını beklemeyin. Yanlışını görüyorsanız söyleyin, yanlışınızı söylüyorsa çemkirmeyin. Arkadaş olduğunuzu rakip olmadığınızı unutmayın. Gerçek arkadaş/dost bizi yanlıştan döndüren değil midir zaten?
  • Efendi adamlar dururken piçleri tercih etmeyin. Ben bunu adam ederim sevdasına kapılmayın. Bir insan neyse o dur düzeltemezsiniz. Hayal kurmayın.
  • Çok rica ediyorum “kocişim, kocikom, aşkitom, çikilopum” vb ifadeleri kullanmayın. Mide bulandırıyorsunuz.
  • İlişkilerinizi ulu orta yaşamayın. Facebook da twitter da vıcık vıcık ilişkilerinizi takip etmek zorunda değiliz.
  • Eski sevgililerinize facebookdan twitter dan laf sokmaya uğraşmayın. İnanın tınlamıyorlar. Bir erkek bırakıp gittiyse gerçekten bırakıp gitmiştir.  
  • Size gülümseyen her erkekle ilgili düğün planı yapmayın. Ağır kezbanlık belirtisidir.
  • Evli ya da sevgilisi olan adamdan uzak dur. Senin için başkasını terk eden emin ol başkası için de seni terk eder. Sadakat bir karakter meselesidir unutma. Beni seçti diye sevinme.
  • Evin en büyük oğluyla, kardeşlerinin arasında en zenginiyle, kalabalık sülalesi olan biriyle, senden bir yaş bile küçük biriyle, eğitimi senden bir gün bile az biriyle, maaşı senden bir kuruş bile az biriyle, sonradan görme bir ailenin çocuğuyla asla evlenme!!!
  • 2 gündür yazıyorum ama şunu da biliyorum ki erkeklerin hepsi zeki kadın aradıklarını söyler ama salak kız sever bunu unutmayın. Salağa yatın.


1 Ocak 2014 Çarşamba

kadınca tavsiyeler

Klasiktir her yeni yılda yeni kararlar alınır ama büyük çoğunluk hiçbirine uymaz başka bir bahara erteler. Ben bu yıl hemcinslerime bir iyilik yapayım dedim. Kendi kararlarınıza uymayacaksınız bari benim tavsiyelerime uyun lütfen. Hem kendime hem de diğer hemcinslerimedir tavsiyelerim. Hep beraber uyalım uymayanları uyaralım lütfen.  Öncelikle Dünya çapında halkla ilişkiler üstadı olarak sayılan Betül Mardin’in kadınlara tavsiyeleriyle başlamak istiyorum. Sayın Mardin der ki:

1. Her sabah spor yapacaksın. Günaşırı filan değil evladım. Her sabah.
2. Hep çalışacaksın. Üreteceksin. Beynin meşgul olacak, hep koşturman gereken işler olacak.
3. Günceli takip edeceksin. Haber izle, dergi, kitap, gazete oku. Gündemi yakala. Her konuda kendini güncel tut. Yeni çıkan kitapları da bil, yeni açılan lokantaları da, bu sene moda olan renkleri de.
4. Evlilik ise şart değil, kafanı takma. Gerekli de değil. Hatta şöyle söyleyeyim: one problem less! (bir problem eksik!)
5. Çocuk meselesine gelince... Ha işte, burada akan sular duruyor. Yapabiliyorsan yap. Birini bu kadar çok sevmek, onun sorumluluğunu taşımak sadece onu değil, seni de mutlu eder. Doğurmayacaksan, evlat edin. O zaman da senin çocuğun değişen bir şey yok. Evlat edinmeyeceksen de, manevi çocuğun olsun, birini okut, geleceğini şekillendirmesine yardımcı ol.
6. Günde bir kere et ye. Mutlaka her öğün sebze ve meyve ye. Kusura bakma, ben tatlı severim. tatlıdan uzak dur diyemeyeceğim!
7. Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesele benim babam, hiç düşünmeden 60 sene boyunca her gün ece ajandasına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.
8. Olumlu olacaksın.
9. Bazı şeyleri kabul edeceksin. Bütün kadınların seni sevmesine imkân yok! Demek ki bazı kadınlara dikkat edeceksin.
10. Erkeklere gelince, aynı anda birkaçını sevmeyeceksin. Ama onların böyle bir yeteneği ve şerefsizliği olduğunu bileceksin!!!


Bunları değerli öğütleri kulağınıza küpe edin lütfen. Sıra geldi benim naçizane tavsiyelerime:
  • Birey olduğunuzun farkında olun. Kimsenin size sahiplenmesine izin vermeyin ve siz de kimseye sahip olmak için yırtınmayın
  • Kendi kendinize yetebileceğinizin farkında olun ve kimsenin özellikle de bir erkeğin himayesi altına girmeyi düşünmeyin ve kendinizi köleleştirmeyin. (bkz.1. madde)
  • Erkeklerle eşit olmaya çalışmayın, bu konuda ısrarcı olmayın. Biz kadınız onlar da erkek. Farklılıklarımız var bunu kabul edin.
  • Birini hayatınızın merkezine koyup tüm hayatınızı ona göre şekillendirmeyin.
  • Kaderci bir tavır içine girip yaşamayın, ezilmeyin.
  • Sizi terkedip giden adamın arkasından zırlayıp durmayın, kendinizi heba etmeyin. Defolsun gitsin hıyarağası.
  • Size sadece siz olduğunuz için değer verecek ve kendi kendine sahip çıkabilen -egosu ile bir sorunu kalmamış- adamı bekleyin gelmezse de dert etmeyin ne de olsa yalnızlık ömür boyu.
  • Yalnız ve mutsuz olmaktansa biri ile mutsuz olmayı tercih ederim gibi zavallı bir ruh haline bürünmeyin bu sizin zavallı olduğunuzu gösterir, ve bir zavallıya insanlar acır, şefkat gösterir ama asla aşık olmaz ve saygı duymaz.
  • Sizi güçlü yapan şey zayıflıklarınızı gizlemedeki ustalığınızdır. Sürekli vızıldayan bir kadın zavallıdır, ama güçlü bir kadının gözyaşları ölümcül bir etki yaratır. Ev de sürekli ağla, tuvalette ağla, gir duşun altında ağla, bir film aç ona ağla, ama bir erkeğin gözleri önünde asla ağlama.
  • Öptüğün her kurbağa prense dönüşmez. Olmuyorsa zorlama. Vazgeçmeyi bil. Kendini yıpratma. Etrafta kurbağa çok ama sen bir tanesin. Sana bir şey olmasın.
  • "O beni unutamaz" tribine asla girmeyin. Herkes unutulur.
  • Dırdır yapma; sohbet et. Esprili ol, geyik yapmayı bil.
  • Gülümseyin. Etrafta asık suratla her an çemkirecekmiş gibi dolaşan bir kadından daha çirkini olamaz şu dünyada. Asık surat, her şeye tepeden bakan bir tavır, hoşnutsuzlukla büzülmüş dudaklar varken sütun gibi vücudunuz olsa ne olur? Tabi bu benim düşüncem. Etrafıma bakınca böyle hatunlar pirim yapıyor ve erkekler onları memnun etmek için çırpınıyor. Böyle adamlardan uzak durun. Gülümsemek herkes için de iyi bir iletişim aracıdır. Genel insan ilişkileri açısından yani. Tabi ki gülümsemek potansiyel ilişkilere de yeşil ışık yakacaktır. Yoksa öğle yemeklerinizi neden yalnız yediğinizi düşünmeye devam edebilirsiniz elbette.
  • Kendinizle de dalga geçmesini bilin, bu kendinizle ne kadar barışık olduğunuzu gösterir. Eziklenmeyin. Neşeli olun. Güleryüz, yerinde ve hoş kahkahalar her zaman her kadına çok yakışır.
  • Güzelliğinizle değil zekanızla fark edilir olun sonra yok efendim biz kadınlara cinsel obje gibi davranıyorlar diye dırıldanmayın.
  • Sürekli bir sevgili/koca arayışı içinde olmayın. Bir sevgili ya da koca edinir edinmez başka bir şeyden konuşamaz hale gelmeyin lütfen. Acayip itici oluyorsunuz.  
  • Kendiniz olun. Doğal olun. Erkeklerin yanında farklı kızların yanında farklı davranmayın.
  • Çizgi film sesi taklidi yapmayın hiç sevimli olmuyorsunuz. Hele de ergen değilseniz çok rica ediyorum yapmayın. Direk sopalık insan evladı imajı yaratıyorsunuz. Yapmacık ve ağzınızı yayarak da konuşmayın.
  • Özellikle de sokakta cakkıdı cakkıdı sakız çiğnemeyin. Ucuz görünüyorsunuz.
  • Oturup kalkmayı beceremiyorsanız mini etek giymeyin sonra çekiştirip duruyorsunuz. Yerine göre giyinmeyi bilin.
  • Beyazın kıyafet altına siyah, siyah kıyafetin altına beyaz sütyen giymeyin. Piyasaya çıkmış izlenimi veriyorsunuz. Ha bir de şu şeffaf sütyen askıları. Vazgeçin.
  • Topuklu ayakkabıyla yürüyemiyorsanız lütfen ısrarcı olmayın, zorlamayın. Kocaman ve aksak adımlarınızla acemi ve çirkin bir görüntü veriyorsunuz. Bot giyinen kızlar da erkek gibi kasılarak yürümekten vazgeçin, külhanbeyi değilsiniz.
  • Giyinirken lütfen daha dikkatli olun. Dekolte ya da dar kıyafetler giyerken fışkıran yağlarınızı siz umursamıyor olabilirsiniz ama görüntü kirliliği oluşturuyorlar. Sandığınız gibi yağlarınızla barışık bir kadın imajı değil bakımsız pespaye kadın imajı yaratıyorsunuz. Ya yağlarınızdan kurtulun ya da saklayın. Dökümlü ve bol kıyafetler bunun için var.
  • Sırf moda diye her şeyi giymek zorunda değilsiniz. Haymana kabağı gibi bir kıça ve kalın bacaklara sahip olmanıza rağmen sırf moda diye tayt/file çorap/desenli çorap giyinip oluşturduğunuz görüntü kirliliğiyle erkekleri kadınlardan soğutmayın.
  • Bir buçuk metrelik boyunuzla dize kadar çizme giymeyin. Özellikle pantolonu o çizmelerin içine vermeyin. Hem kısa boylu hem de balık etliyseniz mini etek ve şort olayına girmeyin bile.
  • Bir mekandayken gruplar halinde tuvalete gitmeyin. Koyun sürüsü gibi görünüyorsunuz.
  • Bakımlı olun ama abartmayın. Tuval üstünde boyanmış da yüze yapıştırılmış gibi bir makyajla sokağa çıkmayın. Beyaz tenli görünmek için kapkara teninize açık renk fondöten ya da bronz görünmek için beyaz tene koyu fondöten sürüp boyundan bağımsız kafalarla dolaşmayın. Güzel görünmüyor kabul edin. Teninize uygun makyaj yapın, itici olmayın.
  • Saçınızı boyatıyorsanız doğala yakın renkler seçin. Esmerseniz zorla sarışın olmaya çalışmayın.  Kuaför olsam işçiliğime, becerime hakaret kabul eder bu tür kadınları kapımdan kovardım.
  • Temiz ve güzel kokun ama parfüm şişesine düşmüş gibi dolaşıp insanları kokunuzla boğmayın.
  • Kaş göz kombinasyonu yüzü güzel gösterir. Kaşlarınıza önem verin. Burmayı düşünmüyorsanız bıyıklarınızı alın. Daha önce de dedim külhanbeyi değilsiniz.