“Eğer Tanrı evliliği onaylasaydı, Adem ile Havva’nın yanında bir de nikah memuru yaratırdı.”
Evlilik bir kurumdur ve bu kurumlarla ilgili saçma sapan
hayallere kapılmamak gerekir çünkü evlilik toplumsal beklentiler ve baskılarla
oluşturulan bir birimdir. Ülkemizde çocuk sahibi olmak ve toplumdan dışlanmamak
için gerekli bir uygulamadır. Başta devlet olmak üzere tanıdığımız herkese
yasal olarak sevişme iznimiz olduğunu ilan ediyoruz ve bundan sonra toplum
tarafından yaratılıştan gelen cinselliğimiz kabul görülüyor.
Erkekler için evlilik temiz bir ev, yıkanmış, ütülenmiş
kıyafetler, işten gelince hazır sıcak yemek ve bedava seks anlamına gelirken
kadınlar içinse evde maddi güvence demektir. Çalışan kadınlar için de bu durum
aynıdır. Evin giderlerini kocam karşılasın ben de rahatça ayakkabı, çanta ve
kıyafet alayım, bakım yaptırayım demektir. Hele bir de çocuk olursa gelecek
garantiye alınmış olur.
Geç yaşta alınan evlilik kararı ise daha çok yalnız kalma
korkusu ile alınır.
Yoksa cidden ömrünüzün geri kalanını biriyle aynı çatı altında
geçirebilecek kadar çok sevdiğinize inanıyor musunuz? Ya da gerçekten çok
sevdiğiniz ya da aşık olduğunuz kişiyle aynı çatı altında yaşamınızı
sürdürürken sevginizin, aşkınızın sürebileceğine ya da artacağına inanabiliyor
musunuz? Hayatınıza alacağınız, hayatına gireceğiniz insana 20-30 yıl boyunca
aşık kalabilme sözünü verebilme cesaretini bulabiliyor musunuz kendinizde? Yoksa
hepsi bir masal mı? Yalan mı? Hem de kendinizi kandırdığınız bir masal… Sizce
de bir ömür sürecek bir sevgi, aşk evlilik olmadan çok daha uzun sürmez mi?
Çünkü maalesef ülkemizde evlilik sadece bir kadın ve erkeğin birlikteliği değil
iki ailenin hatta sülalenin birlikteliği. Düşünsenize durup dururken hayatınıza
bir sürü gereksiz akraba daha ekliyorsunuz sanki var olanlar yetmiyormuş gibi. Nazını
cazını çekeceğiniz, kaprislerine katlanacağınız yeni insanlar sokuyorsunuz
hayatınıza resmi olarak. Siz sevdiğinizle hayatınızı paylaşmayı hayal ederken,
hayatınıza sürekli müdahale etme hakkını kendinde bulan bir güruhla karşı
karşıya kalacaksınız.
Theodor W. Adorno şöyle tanımlıyor evliliği "insanca
gerekçelerini yitirmiş olduğu bir çağda yine de yaşamaya devam eden evlilik
kurumu, bugün genellikle bir sağ kalma hilesi olarak kullanılıyor: iki suç ortağı,
aslında kokuşmuş bir bataklıkta birlikte yaşarken, birbirlerine yaptıkları
kötülüğün sorumluluğunu da dışarıya yöneltiyorlar. Kirden uzak tek evlilik
tarzı, iki eşin de bağımsız bir yaşam sürdürdüğü, cebri bir ekonomik çıkar
ortaklığına katlanmak yerine birbirlerine karşı sorumluluklarını özgürce
kabullendikleri bir evlilik olurdu. Bir çıkar ortaklığı olarak evlilik, ilgili
tarafların alçalması anlamına gelir her zaman ve öyle hain bir dünyadır ki bu,
farkında olanlar bile kaçınamaz böyle bir alçalıştan. Bu nedenle,
ahlaksızlıktan uzak bir evliliğin ancak çıkarlarının peşinde koşmak zorunda
olmayanlara, demek zenginlere özgü bir imkan olduğu da söylenebilir. Ne var ki
sadece biçimsel, içi boş bir imkandır bu, çünkü çıkar peşinde koşmak tam da bu
ayrıcalıklı kesimlerde bir ikinci doğa haline gelmiştir - mutluluk da dahil
hiçbir ayrıcalığa tutunmaya çalışmazlardı eğer böyle olmasaydı."
Romantik okuru da Halil Cibran ile baş başa bırakayım “Siz
birliktelik için doğmuşsunuz. Ölüm meleğinin beyaz kanatları sizi ayırana kadar
ayrılmayacaksınız. Allah’ın sessiz tanıklığında bile beraber olacaksınız. Ama
birlikteliğinizde mesafeler bırakın; bırakın ki, cennetin rüzgarları aranızda dans
edebilsin. Birbirinizi sevin ama, aşk tutsaklığı istemeyin. Bırakın aşk,
ruhunuzun kıyılarına vuran dalgalar gibi olsun. Birbirinizin bardağını doldurun
ama aynı bardaktan içmeyin; ekmeğinizden verin birinize ama ayni somundan ısırmayın.
Birlikte şarkı söyleyin; lakin birbirinizi yalnız bırakmayı da bilin. Sazın telleri de yalnızdır ve armoni içinde aynı melodiyi
seslendirir. Birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak için değil! Sadece hayatın
eli o kalbi saklar! Birlikte durun, ama yapışmayın, tapınakların sütunları da
bitişik değildir! Ve unutmayın meşe ile çınar birbirlerinin gölgesinde
büyümezler.”
Umutsuzlara ise mitolojik bir hikaye gelsin “İki eş ruhun
bir araya gelmesidir evlilik. Zira ilk insanlar öz eş konumunda yaratılmışlardır;
ta ki Prometheus kutsal ateşi çalıp ölümlülere indirinceye kadar. Bu olay
karşısında Tanrılar Tanrısı Zeus sinirlenir. Ölümlüleri simgeleyen kutsal çanağı
alıp ikiye ayırır ve her parçayı farklı bir yere fırlatır. İnsan soyunu
lanetleyerek: ''Ölümlüler, hayatınız boyunca öz-eşinizi arayıp durun;
bulduğunuzu sandığınız noktada içinizde kuşku tohumları ateşlensin; hayatınız
asıl parçanızın yokluğuna olan ihtiyacınızın sancısıyla geçsin'' der.
Devam edecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder