8 Ocak 2014 Çarşamba

Evlendikten sonra hayat var mı?


“Eğer Tanrı evliliği onaylasaydı, Adem ile Havva’nın yanında bir de nikah memuru yaratırdı.”


Evlilik bir kurumdur ve bu kurumlarla ilgili saçma sapan hayallere kapılmamak gerekir çünkü evlilik toplumsal beklentiler ve baskılarla oluşturulan bir birimdir. Ülkemizde çocuk sahibi olmak ve toplumdan dışlanmamak için gerekli bir uygulamadır. Başta devlet olmak üzere tanıdığımız herkese yasal olarak sevişme iznimiz olduğunu ilan ediyoruz ve bundan sonra toplum tarafından yaratılıştan gelen cinselliğimiz kabul görülüyor.

Erkekler için evlilik temiz bir ev, yıkanmış, ütülenmiş kıyafetler, işten gelince hazır sıcak yemek ve bedava seks anlamına gelirken kadınlar içinse evde maddi güvence demektir. Çalışan kadınlar için de bu durum aynıdır. Evin giderlerini kocam karşılasın ben de rahatça ayakkabı, çanta ve kıyafet alayım, bakım yaptırayım demektir. Hele bir de çocuk olursa gelecek garantiye alınmış olur.

Geç yaşta alınan evlilik kararı ise daha çok yalnız kalma korkusu ile alınır.

Yoksa cidden ömrünüzün geri kalanını biriyle aynı çatı altında geçirebilecek kadar çok sevdiğinize inanıyor musunuz? Ya da gerçekten çok sevdiğiniz ya da aşık olduğunuz kişiyle aynı çatı altında yaşamınızı sürdürürken sevginizin, aşkınızın sürebileceğine ya da artacağına inanabiliyor musunuz? Hayatınıza alacağınız, hayatına gireceğiniz insana 20-30 yıl boyunca aşık kalabilme sözünü verebilme cesaretini bulabiliyor musunuz kendinizde? Yoksa hepsi bir masal mı? Yalan mı? Hem de kendinizi kandırdığınız bir masal… Sizce de bir ömür sürecek bir sevgi, aşk evlilik olmadan çok daha uzun sürmez mi? Çünkü maalesef ülkemizde evlilik sadece bir kadın ve erkeğin birlikteliği değil iki ailenin hatta sülalenin birlikteliği. Düşünsenize durup dururken hayatınıza bir sürü gereksiz akraba daha ekliyorsunuz sanki var olanlar yetmiyormuş gibi. Nazını cazını çekeceğiniz, kaprislerine katlanacağınız yeni insanlar sokuyorsunuz hayatınıza resmi olarak. Siz sevdiğinizle hayatınızı paylaşmayı hayal ederken, hayatınıza sürekli müdahale etme hakkını kendinde bulan bir güruhla karşı karşıya kalacaksınız.

Theodor W. Adorno şöyle tanımlıyor evliliği "insanca gerekçelerini yitirmiş olduğu bir çağda yine de yaşamaya devam eden evlilik kurumu, bugün genellikle bir sağ kalma hilesi olarak kullanılıyor: iki suç ortağı, aslında kokuşmuş bir bataklıkta birlikte yaşarken, birbirlerine yaptıkları kötülüğün sorumluluğunu da dışarıya yöneltiyorlar. Kirden uzak tek evlilik tarzı, iki eşin de bağımsız bir yaşam sürdürdüğü, cebri bir ekonomik çıkar ortaklığına katlanmak yerine birbirlerine karşı sorumluluklarını özgürce kabullendikleri bir evlilik olurdu. Bir çıkar ortaklığı olarak evlilik, ilgili tarafların alçalması anlamına gelir her zaman ve öyle hain bir dünyadır ki bu, farkında olanlar bile kaçınamaz böyle bir alçalıştan. Bu nedenle, ahlaksızlıktan uzak bir evliliğin ancak çıkarlarının peşinde koşmak zorunda olmayanlara, demek zenginlere özgü bir imkan olduğu da söylenebilir. Ne var ki sadece biçimsel, içi boş bir imkandır bu, çünkü çıkar peşinde koşmak tam da bu ayrıcalıklı kesimlerde bir ikinci doğa haline gelmiştir - mutluluk da dahil hiçbir ayrıcalığa tutunmaya çalışmazlardı eğer böyle olmasaydı."

Romantik okuru da Halil Cibran ile baş başa bırakayım “Siz birliktelik için doğmuşsunuz. Ölüm meleğinin beyaz kanatları sizi ayırana kadar ayrılmayacaksınız. Allah’ın sessiz tanıklığında bile beraber olacaksınız. Ama birlikteliğinizde mesafeler bırakın; bırakın ki, cennetin rüzgarları aranızda dans edebilsin. Birbirinizi sevin ama, aşk tutsaklığı istemeyin. Bırakın aşk, ruhunuzun kıyılarına vuran dalgalar gibi olsun. Birbirinizin bardağını doldurun ama aynı bardaktan içmeyin; ekmeğinizden verin birinize ama ayni somundan ısırmayın. Birlikte şarkı söyleyin; lakin birbirinizi yalnız bırakmayı da bilin. Sazın telleri de yalnızdır ve armoni içinde aynı melodiyi seslendirir. Birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak için değil! Sadece hayatın eli o kalbi saklar! Birlikte durun, ama yapışmayın, tapınakların sütunları da bitişik değildir! Ve unutmayın meşe ile çınar birbirlerinin gölgesinde büyümezler.”

Umutsuzlara ise mitolojik bir hikaye gelsin “İki eş ruhun bir araya gelmesidir evlilik. Zira ilk insanlar öz eş konumunda yaratılmışlardır; ta ki Prometheus kutsal ateşi çalıp ölümlülere indirinceye kadar. Bu olay karşısında Tanrılar Tanrısı Zeus sinirlenir. Ölümlüleri simgeleyen kutsal çanağı alıp ikiye ayırır ve her parçayı farklı bir yere fırlatır. İnsan soyunu lanetleyerek: ''Ölümlüler, hayatınız boyunca öz-eşinizi arayıp durun; bulduğunuzu sandığınız noktada içinizde kuşku tohumları ateşlensin; hayatınız asıl parçanızın yokluğuna olan ihtiyacınızın sancısıyla geçsin'' der.

Devam edecek...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder