Bu dünyada sahip olduğumuz tek şey “hayat”. İstesen de
istemesen de, sevsen de sevmesen de… Zaten sana da soran yok!!
Anlamsız, gereksiz, boş bir süreç.
Bir sıkıntılar senfonisi.
Çekilmez bir boşluk.
Rutinlerinde boğulduğumuz bir olgu.
Sahi nedir hayat?
Sabah kalkıp işe gitmek, mesaiyi doldurup eve dönmek, yemek,
içmek, faturaları ödemek, spor yapmak, sinemaya gitmek, ebeveynleri/akrabaları
ziyaret etmek, para kazanmak, para kaybetmek, bir tanrıya inanmak, ondan
korkmak, yenilikler, uğraşlar bulmaya çalışmak, hep bir şeylerin peşinde
koşturmak, vs.
Cevabını asla bilmediğimiz bir bulmacayı çözmeye uğraşıp
duruyoruz. Bir etiket edinmek için savaşıp duruyoruz. Bitmeyen arzularımız
peşinde koşup duruyoruz. Sonra ne oluyor peki? Silemediğimiz, hataları
düzeltemediğimiz kocaman bir hatıra defteri kalıyor elimizde.
Sorabilir misiniz kendinize acaba size verilen rolü mü oynuyorsunuz
yoksa kendi seçtiğiniz rolü mü?
Çok da ciddiye almamak gerek aslında hayatı. Tatlı bir
kayıtsızlıkla yaşamak belki biraz daha kolaylaştırır süreci.
Şerefle bitirilmesi gereken
En asil görev hayattır.
Bir lokma ekmek için
Şerefini çiğnetmeye
Bir anlık eğlence için
Servetini tüketmeye
Bir zamanlık mevki için
El ayak öpmeye
İnsanları ezip geçmeye,
Günlük menfaatler için,
Onurunu terk etmeye
Bir kısım insanlara kızıp
Tüm insanlara düşman olmaya
Değmez bu hayat.
Diyor üstat Can Yücel.
Bence hayat kocaman bir şaka ve biz hepimiz Tanrının ipli
kuklalarıyız neşeyle oynadığı.
Tek taraflı feshedilen haksız bir kontrat bu hayat.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder